Yerli diziler evlilikten soğutuyor mu? - Yükselen TV
GenelHaberlerKültür-SanatSanatŞehir HaberleriYaşam

Yerli diziler evlilikten soğutuyor mu?

Televizyonu açıyorsunuz; bir gürültü, bir cayırtı, kavgalar, çekişmeler, gergin suratlar, itici karakterler ekranı kaplayıveriyor. Her kanalda boy gösteren yerli dizilerden biri odayı dolduruvermiş bakıyorsunuz. Kuşkusuz kaliteli diziler de var arada kaynayan; ancak genelde reyting uğruna, müşteri çeksin diye bol cayırtı koparılan dizilerden piyasada bol miktarda mevcut… Kurtlar Vadisi’yle başlayan vurdulu kırdılı süreç başka mafya dizileriyle devam ederken, şimdilerde aile dizileri bile kavgadan, gürültüden, entrikadan geçilmiyor. Maksat belli, çıkarılan gürültüye müşteri yani izleyici toplamak ve reytingleri yükselterek reklam pastasından aldığı dilimi büyütmek… Zira “Çok izlenen program” sıfatı kazandırılan programların yapımcıları, yıllık 3 milyar lirayı bulan reklam pastasının çoğunda söz sahibi oluyor.

Reyting öyle hafife alınacak bir konu değil… Bol cayırtılı fakat içinde fikir kırıntısı bile olmayan tartışma programlarının da, absürt haberlerin de, kalitesiz magazin yayınlarının da, Biri Bizi Gözetliyor gibi seviyesizliklerin, evlenme, boşanma, gelin-kaynana zırıltısı programlarının da tek sorumlusu o… Reyting!..

Ekranda ne yaparsan yap, reytingin yüksekte ise kralsın… Televizyon dünyasında gerisine pek bakılmaz; çünkü reyting eşittir para demek…

Reytingin endişe verici sonuçlarından biri de toplumsal yapıyı kötü yönde etkilemesi. Yapımcı Osman Sınav’ın “Reyting ölçümlerinde seçilen denekler, Türkiye ortalamasını ve yaşama kültürümüzü yansıtmıyor. Sosyal ve kültürel kriterler ne?. Bu açıklanmalı. Bizim yaşam kodlarımızı taşımayan yapımlar nedeniyle 5 yıl içinde değerlerimizin değişmiş olmasından korkuyorum” sözleri, bu endişeleri doğrular nitelikte…

Görünürde bir aile hikâyesinin anlatıldığı, ama alt metinde bireysel öyküyü yaşamanın olmazsa olmaz haline getirildiği yapımlar… Aşkın her şeye değer olduğu, aşk için her şeyi yapmanın mubah olduğu önermesinin adeta dayatıldığı, tecavüzün bir furya halinde bir çok diziyi işgal ettiği, aile içi ihanetin ana temalardan biri haline geldiği, marjinal sınırların zorlandığı bir garip yayın ortamı… Bunların hepsi, salt reyting kaygısıyla izah edilebilir mi?

Kaliteli diziler ve yapımlar demişken bahsetmeden geçemeyeceğim, TRT özellikle bu sene çıtayı oldukça yükseltti. Gerçekten izlenmeye değer dizi ve programları yayın akışında görmek mümkün oluyor. Bu sevindirici bir gelişme… Haber ve belgesel programlardaki kalite göz doldururken, diziler de adından söz ettirecek cinsten… Leyla ve Mecnun farklı ve esprili bakış açısıyla geniş kitlelerin beğenisini ve yanı sıra ödüller kazanırken, kadim bir hikaye olmasına rağmen “zengin kız fakir oğlan” dizisi de oldukça beğeni toplamış görünüyor. Seksenler dizisi, zaten o dönemleri yaşamış olanlarda nostalji uyandırdı; yaşamamış olanlar da merakla takip ediyor. Seksenler aldı yürüdü anlayacağınız. Gerçekten eksiklerine rağmen senaryosuyla, oyuncu kadrosu, komedi unsurları ve gerçekçi bakış açısıyla kalitesini ortaya koyan bir yapım…

Özel kanallardaki dizi ve yapımları eleştiren onlarca yazı kaleme alınabilir, ancak burada kaliteli bulduğumuz ve taşıdığı sorunlarla çaptan düştüğünü gözlemlediğimiz bir dizi üzerinde biraz duralım. Seksenler dizisini, son dönemdeki düzeyli TRT dizilerinden biri olarak severek izliyoruz haftalardır. Gerçekten espriler ve genel kompozisyon oldukça iyiydi başlarda… Son haftalarda diziyi izlerken bazı sıkıntılar ortaya çıktı sanki… Birol Güven’in diğer dizilerinden aşina olduğumuz kadın-erkek arası güvensizlik ve kıskançlık temalı espriler hikâyeyi sarıverdi. Bu kadar kaliteli bir diziyi böylesi güvensizlik-kıskançlık temalı esprilerle nasıl ve neden dumur ettiler, anlamak zor…
İnsanların birbirine güvenmediği, karı koca veya genç âşıklar arasında sıkça kıskançlık nöbetleri yaşanan güvensiz bir ortam…
Ne istediği belli olmayan kızlar, kızlarla konuşmayı aşırı önemseyen erkekler…
Birbiriyle af buyurun belgesellerden tanıdığımız dört ayaklı varlıklar gibi itişerek kızları etkileyip, elde etmeye çalışan ve film ortamında rol icabı başaran tipler…
-Sen kızın ne dediğine bakma koçum, sevgilim yok dediğine bakma. O Sevgilim yok der; ama var, ben varım seni buralarda bir daha görürsem fena yaparım, gibi tripler ve replikler… İstediği kızı adeta zor kullanarak ele geçirme yaklaşımları…
-Kızla konuşmayı, tanışmayı beceremeyen aciz tiplerin orada oturan gençlere bağırıp hakaret etmesiyle kızın gönlünü kazanıp tanışması ve pastanedeki gençlerin de rol icabı güya korkarak kaçması gibi tuhaf bölümler…
Bunları izledikçe aydın insanların sıkıntı çekmeye başladıkları kulağımıza geliyor… Seksenli yılların ti’ye alınması olabileceği düşünülerek bu sahnelere tolerans gösterilebilir belki ancak bu davranışların dizi içerisinde olumlu ve iyi davranışlar gibi topluma lanse edilmesi, beklenmedik sonuçlar doğurabilir.
Böylesi kötü davranışları izleyen eğitim düzeyi düşük insanların nasıl örnek alacağı üzerinde iyice düşünülmeli. Dizide tehdit edilen, kızdan uzaklaşması istenen kişiler, rol icabı itaat edip, isteneni yapabilir. Oysa gerçek hayatta bu tür tehditlerle karşılaşan insanlar itaat etmeyebilir. Dizi senaryosunda yer alan bu yaklaşımların ciddi münakaşa ve hatta kavgalara zemin hazırlayabileceği dikkate alınmalıdır?
-Sen kızın ne dediğine bakma koçum, o sevgilim yok dese de, var. Ben varım. Seni buralarda bir daha görürsem fena yaparım, gibi hareketlerle efelenerek güya sevdiği kızı ele geçirmeye çalışan yaklaşımın toplumda, özellikle de eğitimsiz kesimde kötü yansımalar oluşturacağını öngörmek zor değil. “Kadın öyle diyebilir ama o ne dediğini, ne istediğini bilmez” anlayışını aynen örnek alıp benimseyen, kadının iradesini, şahsiyetini ve tercihlerini önemsemeyen kişilerin bundan bir kaç adım ileri giderek toplumu derinden sarsan kadın cinayetlerine yönelmeyeceğini kim garanti edebilir?
Yılların karı kocasının dahi birbirine güvenmediği, karı-koca arasında kıskançlık nöbetleri ve çekişmelerin yaşandığı, güvensiz atmosfere sahip olmaya başlayan bir dizi, toplumda huzursuzluklar, kıskançlık nöbetleri ve çekişmelerin oluşmasında bir etken olmaz mı? Diğer özel TV’lerin reyting kaygısı içersinde bu tür gürültüler, cayırtılar koparmaya ihtiyacı olabilir, ancak her evde kullanılan elektrik faturasından aslan payı alan ve kamu hizmeti bilincine sahip bir kamu kuruluşu olarak TRT’nin buna ihtiyacı olabilir mi? Merak ettiğim, kurumda bu konular psikolojik danışmanlar ve sosyologlarla müzakere edilmez mi?

Türk dizilerinin Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde rağbet görmesi, geniş halk kitleleri tarafından izlenmesi sevindirici bir gelişme aslında, kültürümüz ve ihracatımız adına… Ancak genelde reyting kaygısıyla iç piyasa şartlarına göre üretilen ve uzak diyarlara ihraç edilen film ve dizilerimiz üzerinde yeterince düşünülüp, psikolojik ve sosyolojik tahliller yapıldığı kanaatinde değiliz. Umarız ihraç edilen dizilerimiz, kültürel-sanatsal ortamlardan uzakta kalmış fakat fıtratı fazlaca bozulmamış bölge halkları üzerinde beklenmedik ahlaki, kültürel ve sosyal dejenerasyona neden olmaz…

Dizilerde ve sanatsal yapımlarda, toplumun hassasiyetleri daha fazla dikkate alınmalı. Reyting kaygısının ötesinde kişisel erdemleri, toplumsal gelişimi önceleyen yaklaşımlar ve eserler tercih edilmeli…

Toplumsal hayatta genellikle, “Ne ekersen, o’nu biçersin”.

 

Kaynak : Hüsamettin Piraz / sanatalemi.net

 

yerli diziler ve filmler içerdikleri entrika, hile ve şiddet unsurları ile toplumu evlilik hayatından soğutuyor mu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir