"Çanakkale geçilmez" efsanesi yeniden yaşanıyor - Yükselen TV
Dünya TuruHaberlerSosyalTarih ve Medeniyet

“Çanakkale geçilmez” efsanesi yeniden yaşanıyor

Hızır İlyas / yukselentv.com
***
Dünya Tarihindeki en büyük ve en kanlı savaşlardan biri yaşandı Çanakkale’de, “Elde yok avuçta yok” denilecek şekilde perişan haldeki Osmanlı Devleti ve çok uluslu Osmanlı Devleti bünyesinde yer alan halkların omuz omuza verdiği canhıraş bir ölüm kalım mücadelesidir Çanakkale destanı… Çanakkale bir destandır, çünkü alelade bir savaş değildir. Dünyanın en güçlü devletlerinin karşı konulmaz denilen ağır ve yıkıcı silahlarla ve sayısı yarım milyonu bulan ordularla saldırdığı bir deniz geçidinde adeta yarı aç yarı tok bir ordu, elindeki düşman ordusuna göre oldukça zayıf silahlarla bir ölüm kalım mücadelesi vermiştir. Gerçekten Çelik zırhlı duvarlara karşı, iman dolu göğsünü siper ederek savaşmıştır Osmanlı Ordusu.

Galerideki resimleri büyütmek için üzerine tıklayınız. Büyük resim üzerinde sağ-sol okları kullanarak tüm resimleri izleyebilirsiniz.

***

Bir başka ifadesiyle “Yedek subay harbidir”, Çanakkale savaşı… Abdülhamit Han’ın yoğun gayretleri ve Ülkenin kıt imkanlarıyla onlarca yıl boyunca ülkenin iyi okullarında eğitilmeye çalışılmış ve hatta bazıları Avrupa’daki okullara gönderilmiş ve Osmanlı’nın son umudu olarak yetiştirilmiş “Eğitimli gençlik” Çanakkale’de şehit verilmiştir maalesef…

İttihat ve Terakki Partisi’nin “Alalım düşmandan eski yerleri…” marşında yerini bulan haris açılımı ve çılgın savaş politikası sonucu sürüklendiği 1. Dünya savaşı gailesinde Osmanlı Devleti’nin mutlak çöküşünü durdurma gayretidir Çanakkale Savaşı… İslam Dünyasının haçlı zihniyetine sahip batılı orduluların postallarının altında çiğnenmemesi için son kale Osmanlı Devleti’ni koruma gayretleridir Çanakkale savaşı… Türk Milleti ve Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan Kürdüyle, Arabıyla, Çerkez, boşnak, Çeçen, Laz, Arnavut ve hatta gayrimüslim azınlıklardan Rum, Ermeni ve yahudilerin de katılıp kanının son damlasına kadar savaştığı, Emperyalist ülkelere karşı verdiği özgürlük, bağımsızlık ve hukuk savaşıdır Çanakkale…

Osmanlı Devleti ve onun varisi Türkiye aslında 1. Dünya savaşında girdiği savaşları başta Çanakkale olmak üzere kazandı ancak diğer müttefik devletlerin yenilmesi sonucu yenik sayılarak mağlup devletlerle birlikte savaşın kötü sonuçlarına ve kayıplarına maruz kaldı. “Çanakkale Geçilmez Destanı”nın yazıldığı, Çanakkale Savaşı’nın 102. yıl dönümü Türkiye’nin ve Dünya’nın dört yanında kutlanıyor.

Birinci Dünya Savaşı’nın sadece bir cephesi olan Çanakkale, her iki taraf için de çok ağır zayiatlara sebep oldu. 490.000’e yakın askerle savaş ve işgale gelen itilaf devletleri, 300.000’den fazla askerini kaybetti Çanakkale’de… Osmanlı Devleti ise 315.000 askerinden 250.000’ini burada şehit verdi.

Çanakkale Savaşı’nda ve diğer savaşlardaki şehitlerimizi saygı, minnet ve şükranla anıyoruz. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale şiirini Şehitlerimizin aziz hatırasına ithaf ediyoruz.

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı! ”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
***

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. (1)
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, (2)
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
***

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlâhî o metîn istihkâm.
***

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli…diyordum ya…nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
***

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, (3)
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
***

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, (4)
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
***

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
***

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir